7 Ekim ve Sonrasına Dair: Türkiyeli Yahudiler Anlatıyor Röportajlar

Hay anlatıyor: ‘Türkiye’deki sıkıntı, yabancı düşmanlığı. Genel olarak kendilerinden olmayan her şeyden nefret ediyorlar.’

Görüşmecilerimizden Hay ile, son zamanlarda Ortadoğu aksında yaşananların, hem Türkiye’de hem Ortadoğu’da yaşayan Müslümanların ve Yahudilerin hayatlarını nasıl etkiledikleri üzerine açık bir görüşme yapma fırsatımız oldu. Hay, bir yandan Türkiye’deki İsrail-Filistin siyasetinin rant kazanma aracı olduğunu gözlemlerken, öte yandan bu konudaki söylemlerin iki yüzlülüğünün altını çizdi. Buna rağmen, bu siyasetin, yaşananların, savaşın, ve ölen insanların duygusal yükü altında yorulduğunu paylaştı. Yahudiler ve İsrail hakkındaki siyasi söylemlerle “süzülen” insanları ikna etmek gibi bir enerjisi kalmadığını, İsrail ile olan bağından bahsederken ise, İsrail ve Filistin konusunda barış tarafında olduğunu anlattı. Öte yandan Hay, Yahudilerin çoğunlukta olduğu ortamlarda da Filistin devleti kurulması gibi ‘değişik’ bir fikri paylaşmaya cesareti olmadığını söyledi. Bütün bunlar arasındaki belki en zor paylaşımı da, ne Türkiye’de, ne de Yahudilerin çoğunlukta olduğu İsrail’de can güvenliğinin olduğunu hissetmesi, ve Yahudilerin İsrail dışında kök salmaması gerektiğini düşünmesiydi. Hem siyasi analizlerini, hem Türkiye’de Yahudi ve İsrail’e bağlı genç bir Yahudi olma deneyimi paylaşan Hay’ın anlattıklarını dinleyin:

Rozi: Merhaba Hay. Bu görüşmeye zaman ayırdığın için teşekkürler. Kendinden biraz bahsedebilir misin?

Hay: Tabii ki. İzmir’de doğdum. İstanbul’a 18 yaşında eğitimim için geldim. O zamandan beri buradayım. Üniversiteyi bitirdikten sonra iş buldum, sonra da askere gittim. Şimdi de çalışmaya devam ediyorum. Taşınalı yaklaşık 15 seneden fazla oldu. Aslında her zaman İstanbul’da yaşamak istiyordum. Burada aile yakınlarım da vardı. Kendi ayaklarımın üstünde durabilmeyi öğrenmek adına, İzmir dışında bir yerde olmak istedim. İstanbul iyi bir seçenekti. Yurtdışında okumak isterdim, ama daha masraflı olacağı için tercih etmedim.

‘İsrail’in savaş ilan etmesi ve orada operasyonların başlamasıyla birlikte çok daha fazla insan bunu konuşur hâle geldi. Hatta, herkes bir anda Filistin tarafında yer alan hale geldi.’

R: O zaman konuya girelim. Bu röportaj serisini, Türkiyeli Yahudilerin 7 Ekim ve sonrasında nasıl etkilendiklerini çok-sesli bir şekilde okurlarımıza anlatmak için tasarladık. Bu konuda sana birkaç soru yöneltmek istiyorum. Öncelikle, 7 Ekim’i nasıl haber aldın?

H: Sanırım ilk olarak sosyal medyada haberim oldu. Sonra, İsrail’de yaşayan tanıdıklarımızla temasa geçtik ve o sayede haberimiz oldu. Biraz Türk medyasından takip ediyorduk ve her şey de sosyal medyaya hemen düşmedi. İlk etapta, bir terör saldırısı olduğunu anladım, ama henüz olayın büyüklüğünü tam anlayamamıştım. Bu farklıydı. Biliyorsun, İsrail’de şöyle şeyler de oluyor: Terörist bir adam, sırt çantasını patlayıcı ile dolduruyor ve onunla birlikte kendini havaya uçuyor. Ve, mesela, otobüs durağında böyle bir patlamayla insanlar ölüyor. Tabii ki insan ölümüne bağlı acıların karşılaştırmasını yapmak istemem ama ilk etapta, 7 Ekim’de bu denli büyük bir şey olduğunu anlamadım.

Yaşananları Türk medyasında da takip ettim. İlginç bir şekilde, Medina[1]’ya destek veren medya kanalları da vardı. Bu olayların üzücü olduğuyla ilgili Türk medyasından yazılar da okudum. Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını da dinledim. Türk medyasının ve buradaki insanların destek veren fikirleri ve açıklamaları hoşuma gitti. Cumhurbaşkanı ılıman açıklamalar yaptı. Ama tabii ki sonra her şey tersine döndü.

Bu noktada, devletler arasındaki meseleden ziyade, şunu düşünmeye çalıştım: Ben bir festivale katılsam ve böyle bir olay olsa ne kadar korkunç olurdu diye hayal ettim. Çok garip. Yani orada atıyorum, belki insanların kafası iyi. Partideler ve bir anda insanlar [saldırmaya] geliyor. Sürreel bir şey. Olay anından videoları izliyorsun ve görüyorsun ki, [terörist] adamlar paraşütlerle falan geliyorlar. Kötü bir piyango gibi. Olaya çok şaşırdım, hem de bayağı üzüldüm.

Ayrıca, orada yaşayan tanıdıklarımın nasıl olduklarını öğrenmeye çalıştım. Birkaç kişiyle konuştum. Çok yakın arkadaşlarım veya akrabalarımın arasında zarar gören insanlar olmadığını anlayınca ister istemez için biraz rahatlıyor. Fakat günün sonunda birilerinin partiden, festivalden kaçırılması ve tutsak alınmış olması ve hâla bu tutsaklığın devam ediyor olması bayağı üzücü.

R: Geniş toplumdan bu konuda senin hatırını soran oldu mu?

H: Evet, soranlar oldu. Birkaç kişi orada akrabaların var mı, ne durumdalar, nasıllar, diye sordu. Bilgi almak isteyen insanlar da oldu, ama çok değil. Spor salonunda bir hoca sordu, bir arkadaşım sordu. İnsanlar çok tarafsız kalamıyorlar. Farkındalığa sahip insanlar çok yok. Çünkü sonrasında İsrail’in savaş ilan etmesi ve orada operasyonların başlamasıyla birlikte herkes bunu konuşup Filistin tarafında yer alan bir hâle geldi.

‘Sanki ben savaşı buradan yönetiyorum.’

R: Bu durum senin günlük hayatını etkiledi mi?

H: Günlük hayatımı çok etkilemedi. Ben evden çalışıyorum. Kendi ekibimde bu konuyu açmadılar. Benim yöneticim dindar, muhafazakâr diyebileceğimiz tarz bir insan. O da konuyu açmadı. Başka bir ekipten bir adam, ‘sizinkiler yine saldırmış’ diye bir muhabbet yaptı ve ‘şaka yaptım ama, yanlış anlamıyorsun, değil mi?’ dedi. Çok da takılmadım. Onun dışında, sokağa çıkınca Filistin bayrakları görüyorum. Bu beni artık biraz rahatsız etmeye başladı. Siyasi partilerin bununla ilgili pankartlarını görmek veya popülist miting yapılması o kadar sıkıntılı değil.

Mesela, bizim karşı dairedeki ailenin evinde Filistin bayrağı var. Karşı apartmanda da bizim emlakçımız var. Emlakçı adamın karısı beni gördü. Bu arada, ben dört senedir burada yaşıyorum. Kendisiyle selamlaşırız, ama o zamana kadar hiç konuşmamıştık. Sadece Yahudi olduğunu biliyorum. “Sizin apartmanda bir adam Filistin bayrağı asmış, cama koydu” dedi. Adam hakkında İspanyolca olumsuz bir laf söyledi. Kafamı kaldırdım, baktım. Gerçekten de var. Beni rahatsız etmeye başladı. Çünkü devletin yaptığı aksiyonlar eşittir sanki ben yapıyormuşum gibi bir hava estiriliyor. Şöyle düşün, çok basit. Amerika Irak’ın içinden geçti. Gerçekten içinden geçti yıllarca. Ama kimse de çıkıp Amerikalıları darlamadı “siz bunu yapıyorsunuz” diye. Burada maalesef ayırt edememe olayı var. Yani devletin aksiyonları aslında insanların yaptığı bir şey değil. Bu, benim gördüğüm kadarıyla insanların arasında kendi kafalarında kurdukları organik bağlarla alakalı. Ben Türkiye’de yaşıyorum. Sanki ben savaşı buradan yönetiyorum.

Aslında bayrak asılmasından rahatsız olmam da geçmiş deneyimlerimden gelen bir şey. Ben İsrail bayrağı asmıyorum günün sonunda. Tamam, güvenlik kaygısı nedeniyle de asmıyorum, tabii ki o da çok büyük bir etken, ama bu kadar yakınımda neden böyle bir bayrak var? Ben bu konuda herhangi bir sohbete bile çok dahil olmuyorum. Bana İsrail-Filistin konusunda soru sordukları zaman cevap veriyorum, ama gidip bir sohbet başlatmıyorum veya fikrimi belirtmiyorum. Böylece, bu bayrak gibi şeyler sebebiyle, ben bu işin içinde olmak isteme daha da yakınımdaymış gibi hissediyorum.

Mesela, bir şirket yemeğinde bu olaylarla ilgili biraz konuşuldu ama çok uzun sürmedi. Hiç konuşulmuyor da değil. Ben dahil olmasam da, bana sorulmasa da böyle bir sohbet döndü. Yani konu her şekilde konuşuluyor.

Bence Türkiye’de insanlar medyanın çok fazla etkisi altında kalıyorlar. Uluslararası haber izlemiyorlar ve dolayısıyla bu konuyla ilgili tek bir perspektifleri var. ‘Birçok çocuk öldürdü İsrail’ diye konuşuyor birçok insan. Ama mesela kimse Hamas’ın Gazze’nin altına kazdığı tünellerden bahsetmiyor, çünkü burada konu, ‘onlar bizim Müslüman kardeşlerimiz’ gibi lanse ediliyor. Bu da devasa bir ikiyüzlülük. Yine şuradan örnek vereceğim. Amerika 2001 yılında Irak’ın içinden geçerken hiçbir şey söylemiyordun. Onlar Müslüman kardeşlerin değil miydi? Biz neye göre mesela Müslüman kardeşlerimizi sınıflandırıyoruz o zaman?

Ben bunu ‘kimin gücü kime yeterse’ olarak görüyorum. Senin Amerika’ya gücün yetmiyor. Hiçbir şey söyleyemiyorsun. Hatta üstüne üstlük, askeri destek veriyorsun. Ama Medina ile ilgili bir şey olduğu zaman sesini çıkarıyorsun ama arka planda ticaret yapmaya devam ediyorsun. Burada aslında devletin Medina ile ithalat ihracat yapmasıyla alakalı haberler çıkmıştı. Yani çok büyük bir ikiyüzlülük var. Bunları görüyorum. Ama bunlarla ilgili hani herhangi bir şey yapamıyorum.

Bir noktadan sonra da bunlarla ilgili bir şeyler yapmayayım, kalsın, diyorum.Ben insanlarla birebir konuşsam yine bir şeyin değişeceğini düşünmüyorum. Ben kimi, nasıl, neye ikna edeceğim? Çünkü insanlar her gün televizyonlarda sürekli bu konu hakkında konuşulanları dinliyor. Yani sadece tüm Türk medyasından değil, uluslararası basından da haber almaları, biraz daha dengeli bakmalarına sebep olurdu. Etrafımdaki insanların ve genel olarak Türkiye’deki halkın tek taraflı bakış açısında olmaları bana çok garip geliyor.

‘Ben insanların bakış açılarını büyük bir şekilde değiştireceğime inanmıyorum. Sadece, biraz daha geniş açıdan bakmalarına yardımcı olabilsem çok daha mutlu olurdum.’

Benim artık buna bir enerjim yok. Etrafımdaki insanların aşağı yukarı ne düşündüğünü biliyorum. Bu konuları tartışmaya başladığım zaman düşünüyorum: gerçekten tartışmaya değer bir tartışma içerisinde miyim, yoksa ikimizde boşlukta süzülüyor muyuz? Mutlaka tartışmalara girmişimdir, ne zamandı hatırlamıyorum, fakat 7 Ekim’den sonra tartışmaya girmedim. Ben insanların bakış açılarını büyük bir şekilde değiştireceğime inanmıyorum. Sadece, biraz daha geniş açıdan bakmalarına yardımcı olabilsem çok daha mutlu olurdum. Bir olay varsa, iki taraf açısından da değerlendirmelerini çok isterdim.

Burada Starbucks’lar, Medina’ya yardım ediyor iddiasıyla basıldı ve içeride kahve içen insanlar tehdit edildi. Bir noktadan sonra şu şekilde hissetmeye başlıyorsun: Bu ülkede hukuk sistemi yok. Mesela, Antalyaspor’da, Medinalı bir futbolcu Medina’ya destek verdiği için takımdan gönderdiler. Elinde beyaz bir bandaj vardı ve üzerinde 100 gün yazıyordu. Bu arada, sonradan ortaya çıktı ki adam başka bir takıma kiralanmış. Ama Türkiye’de biz oyuncuyu kovduk diye lanse ediyorlar.

Çok fazla olay olunca şöyle hissetmeye başladım: Abi, benim Yahudi olarak can güvenliğim var mı burada? Yahudi etiketim olduğu için bunu soruyorum. İnsanlar bir daha bu konudaki bilgi seviyesini biraz daha yukarı çıkarsalar, en azından ben kendime bu soruyu sormazdım. İnsanlar çok sığ bir şekilde, “siz bebek katilisiniz” demekten ziyade, bu savaşta Hamas ile böyle oldu ve böyle de karşılık verildi diye iyi bir tartışma olsa daha iyi olurdu.

R: İsrail söz konusu olduğu zaman konuya hakim olman gerektiğine, illa bir yorum yapman gerektiğine dair bir algı olduğunu, öyle bir algıyla yaklaşıldığını düşünüyor musun?

H: Yakın zamanda olmadı ama daha önceki dönemlerde olmuştu. Askerdeyken cudyo[2] olduğumu kimseye söylemiyordum. Çok az insan biliyordu. Onun yerine, İspanyol göçmeniyim diyordum. Neyse, bir gün, biri geldi “senin ismin neden farklı” diye sordu. Bayağı araştırmış. “Sefarad  Yahudisi misin?” vesaire diye sormaya devam etti. İlkokulda bir Türkçe öğretmeni vardı. O da böyle bayağı meraklıydı. Bir gün, “yanlış anlamıyorsun değil mi, ben gerçekten merak ettiğim için soruyorum” dediğini hatırlıyorum. Bu tarz sorular beni çok rahatsız etmiyor.

Yahudilik, İsrail gibi konulara aşırı ilgi duyan insanlar var. Ben bu konuda çok bilgili olmam gerekiyormuş gibi bir algıda değilim. Sadece, “fikrin nedir” gibi yorum soruları sordukları oluyor. Hayatlarında hiç cudyo görmemişler. Bence o yüzden. Karar mercii olduğumu hissettikleri için sormuyordur insanlar.

R: Peki bunlar Yahudilik hakkındaki konular. İsrail söz konusu olduğunda? Mesela Mavi Marmara döneminde?

H: O zaman bayağı konuşulduğunu hatırlıyorum. Ve o dönemdeki “Van Minüt” olayıyla dalga geçildiğini hatırlıyorum. Ama o durum ile bu duruma olan tavırlar tam olarak aynı değil.

R: Peki, İsrail’de yaşanan gerginlikler senin günlük hayatını etkiliyor mu?

H: İster istemez etkiliyor. Orada tanıdığımız arkadaşlarımız, akrabalarımız var. Onları merak ediyorum. Bu son olay ile şöyle düşünmeye başladım: Burası Ortadoğu ve burada olay hiçbir zaman bitmeyecek. Bu maalesef böyle yani. Biz tabii ki Medina’ya değer veriyoruz. İsrail’in bağımsız olması, güçlü olmasını hepimiz isteriz; ama bir tane hayat yaşıyoruz. Ben İsrail’de yaşamasam bile Türkiye’yi de, yani kendimi de aynı bölgede, Ortadoğu’da sayıyorum. Biz niye medeni bir şekilde yaşayamıyoruz? Avrupa’da insanlar olaysız yaşıyor. Çok uzakmış gibi geliyor böyle yaşamak. İsrail’de olamıyor bu. Türkiye’de de olamıyor. Saldırılar Avrupa’da da oluyordur bu arada. Ama İsrail’de olduğu kadar çok değil.

Türkiye’nin de, İsrail’in de aslında bölgedeki coğrafyaya hükmedecek kadar yüksek potansiyelleri var. Fakat, örnek olarak, bence Türkiye çok kötü yönetiliyor. İsrail de çok iyi yönetilmiyor. Onun dışında, misal, savaş ortamı olmasa ve İsrail kazandığı paranın bir kısmını savaş ve savunma sanayine harcamak zorunda olmasa, (ekonomik başarıdan) hitech sektörü vesaire uçup gidecek. Veya sürekli bir siyasi dengesinde çatışma ortamı olmasa uçup gidecek bir ülke. Ama bir türlü olmuyor, anladın mı? Yani, bunun önüne set çekiliyor gibi hissediyorum.

Türkiye de hitech sektörü konusunda o kadar ileride değil ama doğal kaynaklar ve iklim olarak turizm alanında çok yüksek potansiyel vaat eden bir ülke. Çok kötü yönetim yüzünden bir noktaya gelemiyor gibi düşünüyorum. Akıllı biçimde yönetiliyor olsa çok daha farklı bir sonuç elde edilirdi gibi.

‘Bazı şeylerin doğru olmadığını düşündüğüm zamanlar, durumlar oluyor. O zaman, o olayın yükünü de taşıyorum gibi hissediyorum. Bu bir vicdani sorumluluk.’

R: Peki daha özel hayatına bakınca, İsrail’deki gerginlikler senin çevren ile ilişkilerini nasıl etkiliyor?

H: İsrail’in yaptığı ve yapmadığı şeylerden (Yahudiler olarak) biz, doğal olarak sorumluymuşuz gibi hissediyorum. Hem çevremdeki geniş toplumdan insanlar bu algıyı yaratıyor, hem de büyüdüğüm ve yetiştiğim ortamlar. Benim gibi bir geçmişi olmayan insanlara göre biraz daha sorumlu hissediyoruz gibi hissediyorum. Ben sorumlu hissediyorum. Ve bazen bu sorumluluk beni yoruyor.

Her şeyi ben takip etmiyorum. İllaki insanlara ikili diyaloğa giriyorum. İsrail’in yaptığı bir operasyon veya savaşta yaptıkları üzerinden sorular geliyor. Mesela İsrail’e destek veriyor olsam da bazı şeylerin doğru olmadığını düşündüğüm zamanlar, ‘keşke böyle olmasaydı’ dediğim durumlar oluyor. O zaman, o olayın yükünü de taşıyorum gibi hissediyorum. Ve bu beni rahatsız ediyor. Türkiye’de de böyle bir şey olsaydı, böyle hissederdim. Mesela, Sivas’ta Madımak Katliamı yapıldı. Biz çok küçüktük, ama o zamanlar yetişkin olsaydık hissedeceğim veya Gezi olaylarında ölen insanlar hakkında hissettiklerim, bir vicdani sorumluluk. İsrail’deki olaylarda da dönem dönem benzer şekilde hissettiğim oluyor.Ben yapmışım gibi değil, ama benim ülkem yapmış gibi hissediyorum.

R: Bu vicdani sorumluluğu hem İsrail için hem de Türkiye için mi hissediyorsun?

H: Evet ama farklı durumlarda. İsrail birçok savaşa girdi bu zamana kadar. Çok fazla can kayıpları olduğu noktada kendimi kötü hissettiğim zamanlar oldu. İki taraf –hem İsrailliler, hem Filistinliler – için böyle düşünüyorum.

Bu arada, İsrail’in operasyonda öldürdüğü insanların birçoğu teröristtir muhtemelen, ben bunun farkındayım ama, bu operasyonlarda çocuklar, bebekler ölüyor. Senin (İsrail) bunun sorumluluğunu üstlenmen gerekiyor. Bununla ilgili çıkıp bir açıklama yapman gerekiyor dünyaya. Bu şekilde ölümler olduğu her sefer, “bu bir savaş” diyerek ölümleri kabul etmek o kadar kolay olmuyor, çünkü açıklamaların her zaman ahlaki bir temeli olmuyor. Nitekim ahlaki temeli olan açıklamalar da gördüm. Mesela, “orada insanlar vardı ve aslında teröristleri saklıyorlardı. O yüzden biz vurduk o terörist noktasını ve yanlarındaki insanlar da öldüler” dendiğinde, bunu anlıyorum. Ama bence (İsrail’in) farklı bir yöntem bulması gerekiyor. Çünkü sen (sivil) insanları öldürdüğün zaman karşı taraf bunu kullanıyor, ve üzerinden siyaset yapıyor. Bunun doğruluğu veya yanlışlığı tartışılır. Ama, bu yaşanan olaylar diasporadaki Yahudiler için de kolay süreçler değil. Çünkü biz geniş toplumla, Yahudi olmayan insanların çoğunlukta olduğu yerde yaşıyoruz. Bu olayların sorumluluğunu üsteliyorsun gibi oluyor.

Diyelim ki bakkala girdim. Televizyonda TRT açık, ve bu olaylar sürekli yayınlanıyor. Başlangıçta hiç durmadan yayınlanıyordu. Bazen, olaylar aslında televizyonda gösterildiği gibi bile de değil. Fakat yine de, ister istemez keşke olmasaydı diyorsun. Türkiye’de Türk medyası bunu haber yapıyor ve kendi tabanını konsolide etmek için kullanıyor. Ve anlattığım hissiyatı yaşıyorum. Mutlaka fiziksel bir şey başıma gelmek zorunda değil. Bunun duygusal yükünü taşıyorum. Sürekli bir şeye maruz kalınca, refleks geliştirmek gibi.

Bakış açısı olarak, ben daha barıştan yana taraftayım. Diyalogda çözülmesi gerektiğini düşünüyorum, ne çözülebilir bilmemekle birlikte. Yitzhak Rabin tarzı bir kalıcı barışa daha çok destek veriyorum.

R: Sosyal medyada seni nasıl etkiledi bu olaylar?

H: Sosyal medyada çok aktif değilim. Çok fazla insan, çok fazla şey paylaştı. Onları gördüm. Ben bir şey paylaşmadım ve genelde okudum. İki tarafında farklı bir argümanı var. Karşı tarafta Hamas’ın üstlendiği argüman her zaman, kadınlara, çocuklara zarar verildiği, hedef alındığı, İsrail’in onları vurduğu, tecavüz ettiği gibi olaylar üzerinden. Sosyal medyaya çok fazla düşmek istemiyorum çünkü doğru olmayan çok fazla haber paylaşılıyor. En son Amerika’da (Habad Yeşivası’nda) bir tane tünel bulunmuştu. Hasidik Yahudiler orada çocukları tecavüz ediyorlarmış ve Epstein olayı çıktığı zaman bunlar üzerinden bir muhabbet döndü. Doğru değildi aslında bu. Sonra neden böyle bir tünel olmuş olabilir diye sorulduğunda, Korona zamanı kila[3]’ya kolay gidip gelmekle alakalı olabilir dendi[4].

Çok fazla bilgi paylaşılıyor. İnsanları ikna etmekte zorlandığımı ve bununla ilgili bir çabam olmadığını söyledim ya başta– aslında bu insanlar, sosyal medyada daha çok ve televizyonda gördüğü şeyleri özümseyip ona göre bir düşünce belirliyorlar. Bazı durumlarda biz (Yahudiler) de böyle yapıyoruz. Ama bizim Medina ile daha yakın bir bağımız olduğu için olayların aslında o şekilde olmadığını görebilme şansına sahibiz. Ama (Türkiye’deki) insanlar, öyle bir şansa sahip değiller. Sadece önlerine ne konuyorsa onu izliyorlar, onu takip ediyorlar.

Sosyal medyanın şöyle bir yapısı var bence: Son zamanlarda, insanlar sevdikleri şeyleri paylaşmaktan çok, nefret ettikleri şeyleri paylaşıyorlar orada. Rahatsızlık duyuyorlarsa onlara sosyal medyada mahlas kullanıp onlara küfür ediyorlar ve rahatlıyorlar. O yüzden özellikle Twitter’ı çok fazla takip etmek de istemiyorum.

R: 7 Ekim’den sonra herhangi bir antisemit saldırıya maruz kaldın mı?

H: Ben kalmadım ama kila’nın kapısına İzmir’de, Avrupa’da bir şeyler yazdıklarını gördüm. Birebir bir antisemit olaya maruz kalmadım ama çok gördüm. Türkiye’de de oldu, yurtdışında da oldu.

‘Bence diasporadaki bir Yahudi, “her zaman başıma bir şey gelebilir” endişesiyle yaşamak zorunda. Çünkü Türkiye’de bu tarz olaylar oldu: Trakya Olayları oldu, 6-7 Eylül oldu.’

R: 7 Ekim’den sonra yaşanan olaylardan sonrasında Türkiye’ye karşı olan aidiyetin etkilendi mi?

H: Aslında Türkiye’ye olan aidiyetim çok etkilenmedi ama ben Türkiye’ye süper aidiyet hisseden bir insan da değilim. Bence diasporadaki bir cudyo, “her zaman başıma bir şey gelebilir” endişesiyle yaşamak zorunda. Çünkü Türkiye’de bu tarz olaylar oldu: Trakya Olayları oldu, 6-7 Eylül oldu. Bu zaten toplumsal bir hafıza gibi ve ben bu olaylara tanıklık ettiğim için, bildiğim için, okuduğum için her an her şey olabilirmiş gibi hareket etmek gerektiğini hissediyorum. Hatta Yahudilikte şöyle bir şey var: Eğer diasporadaysan, zeytin veya incir ağacı dikemezsin. Bunu biliyor muydun? Bu ağaçlar benim bildiğim kadarıyla çok uzun yaşıyorlar ve çok kök salıyorlar. Aslında bir Yahudinin diasporadayken kök salmaması lazım. O yüzden de o ağacı evine dikemez. Böyle bir gelenek var mesela. Yani bu zaten dediğim gibi, sadece demek ki benim düşündüğüm bir şey değil. Bu zaten olan bir şey. Yani geçmişteki (Yahudi) insanlar da bununla ilgili herhangi bir noktada bir sıkıntı çıkabileceğini fark etmişler ki, onlar da benzer bir gelenek görenekten geliyorlar. Yani bu bizim demek ki DNA’mıza işlenmiş.

R: Peki Türkiye’de kendini güvende hissediyor musun?

H: Hayır.

R: Nerede güvende hissediyorsun?

H: Onu da bilmiyorum. İsrail’de olsam güvende hisseder miyim, bilmiyorum. Belki bir cudyo devleti olduğu için daha belki mutlu hissederdim ama yine de kendimi yüzde 100 güvende hissetmezdim.

R: Hiç göç etmeyi düşündün mü?

H: Evet. Ama henüz bir şey olmadı. Yani düşünülme safhasında kalmış demek ki.

R: Farklı politikacılar, parti temsilcileri çifte vatandaşların vatandaşlıktan atılması, Yahudilerin fişlenmesi konular gündeme geldi. Bu konularda ne düşünüyorsun? Seni nasıl etkiledi?

H: Bunun yapılabileceğini düşünmüyorum. Türkiye biraz popülist bir ülke. Bir yandan, Gazze’deki kardeşlerimiz diye dünyayı ayağa kaldırırken, Türkiye’de çifte vatandaşlığa sahip olan insanları vatandaşlarını düşürmek bence hatadır. Bu şekilde neden Türkiye’deki insanları vatandaşlıkta atıyorsun diye sorarlar adama. Bu hataya düşülebileceğini düşünmüyorum. Türkiye’nin ve özellikle Tayyip Erdoğan’la birlikte, dünyada “mazlumların babası” gibi rolü var, her ne kadar bu doğru olmasa da. Bu imaja gölge düşürecek bir şeyler yapmazlar diye düşünüyorum. Günün sonunda her şey siyaset.

Mesela Danimarka’da Kur’an yakıldığı zaman da Tayyip Erdoğan çıktı, dünyaya mesaj verdi. İslam dünyasının lideri gibi havası var. Bu imajına zarar getirecek bir şey yapacağını zannetmiyorum. Ayrıca Türkiye’deki siyasetçilerin aşırı düşük profilli olduklarını düşünüyorum. Kendi tabanını konsolide etmek adına ara ara politik çıkışları oluyor. Bana bu çok garip gelmedi. Twitter’da bir anda insanlar galeyana geliyorlar, bununla ilgili. Bir tane siyasetçi de bunu görüyor. Bu kendi tabanında şov yapmak için ortaya çıkıyor. Ama bu yaptıklarının illaki uluslararası arenada karşılığı olacağını biliyor. En azından o insana, olmasa bile, Tayyip Erdoğan’a bir karşılığı olacağını biliyor. O yüzden hızlı ve fevri bir hareket edileceğini düşünmüyorum.

Söz konusu İsrail-Filistin olunca insanlar çok hızlı galeyana geliyorlar. Ben olayın tamamından etkilendim. Spesifik olarak bu olaydan etkilenmedim.

‘Bu olaylar beni o kadar şaşırtmadı. Genel olarak her yerde böyle bir şeyler oluyor sürekli.’

R: Dünyada antisemitizmin arttığını gözlemleniyor. Türkiye’de, antisemit olaylar oldu. Eminönü’nde bir dükkanın önüne “Yahudiler giremez” yazıldı. Eminönü’nde galiba. Balat Or-Ahayim Hastanesi önünde eylem çağrısı yapıldı. Bunlar seni nasıl etkiledi?

H: Doğruyu söylemek gerekirse, olayların arkasında dini cemaatler olduğunu düşündüğüm için çok garip bulmadım. Sonuçta Türkiye’de yaşıyorum. Böyle olaylar olma ihtimali var. Hep vardı. Son zamanlarda belki tarikatların da gücünü arttırmasıyla daha fazla göz önünde olur hale geldi. Ama yine söylüyorum, bence bu olayların tamamı genel olarak kötü. Sen içinden bir tanesini çekiyorsun bununla ilgili ne düşünüyorsun diye soruyorsun. Ben de diyorum ki, bu olaylar beni o kadar şaşırtmadı. Genel olarak her yerde böyle bir şeyler oluyor sürekli. Misal, Arnavutköy’de de geçenlerde camiden çıkan insanlar protesto yürüyüşü yaptılar. Ben bunun biraz devlet destekli olduğunu düşünüyorum. Tabii tarikatların da desteklediğini düşünüyorum. O yüzden sürekli bir yerlerde bir şeyler oluyor. Bunun da arkasındaki sebep bence seçim. Yakındaki belediye seçimleri nedeniyle kendi tabanını bu olay üzerinden birleştirmeye çalışıyorlar. O yüzden Türkiye’de bu olayın çok fazla üstüne gidiyorlar.

Bence olay aslında Medina da değil. Bence olay tamamen ‘dış güçler’ bulup onun üzerine sonsuza kadar oynamak. Yıllar önce, şöyle bir olay olmuştu: Türkiye ile Hollanda arasında bir sıkıntı oldu. İnsanlar Hollanda Konsolosluğu’nun önünde portakal bıçaklıyorlardı. Aşırı anlamsız yani. Bakan çıktı, açıklama yaptı. Baktığın zaman hiçbir şey yok ortada. Bir anda öyle bir galeyana geldi ki insanlar, sanki savaş açacağız gibi bir olay oldu. Bu insanlar kendi kendilerine miting yapmıyorlar. Kendi kendilerine yürüyüşler düzenlemiyorlar. Birileri onları organize ediyor. Ben bugün, Hay olarak gitsem, Taksim’de iki yürüsem hemen beni gözaltına alırlar. Her yerde yürüyüş var. Demek ki birileri destekliyor bu yürüyüşleri.

‘Bence Türkiye’deki sıkıntı, yabancı düşmanlığı. Genel olarak kendilerinden olmayan her şeyden nefret ediyorlar. Suriyeliler dahil. Filistin halkını neden seviyorlar? Çünkü Türkiye’de Filistinli yok. Filistinli göç sorunu olsa, onlardan da nefret ederlerdi.’

R: Sen yürüyüş yapsan, seni neden gözaltına alırlar ki?

Çünkü Türkiye’de hukuk ve insan haklarına yönelik çok fazla bir şey kalmadı. Bence Türkiye’de her şey siyaset. Bugün her yerdeki yürüyüşleri, bu olayın siyasete malzeme yapılması ve hükümetin kendi tabanını konsolide etmek için bir araç olarak kullanılması olarak görüyorum.

Hükümet de aynı görüşü savunuyor onlarla. Ama hükümet aynı zamanda bu düşünceyi sömürüyor da. Kendi çıkarları için sömürüyor. İnsanlar antisemit değil demiyorum. İllaki vardır. Hatta belki çoğu da öyledir. Ama bana göre antisemitizmin ne olduğunu bilmeyen milyonlarca insan da var. Bence Türkiye’deki sıkıntı, yabancı düşmanlığı. Genel olarak kendilerinden olmayan her şeyden nefret ediyorlar. Suriyeliler dahil. Ama Filistinliler gibi, onlar da Müslüman. Filistin halkını neden seviyorlar? Çünkü Türkiye’de Filistinli yok. Filistinli göç sorunu olsa, onlardan da nefret ederlerdi.

R: Sonuncu sorum Ortaçağ’dan kalma komplo teorilerinin pişirilip önümüze konulması durumu hakkında. Görünürlükleri de arttı bu teorilerin, dediğin gibi. Bunlara bazı örnekler, Korona virüsü/6 Şubat depremi/Münevver Karabulut cinayetini “Yahudiler yaptı” iddiaları, tüneller ve Epstein olayının birleştirilmesi gibi. Sana çevrenden bu yönde sorular geldi mi?

Son zamanlarda gerçekten gelmedi. Ama buna inanan insanlar var. Onlarla tartışmak veya konuşmak da istemiyorum çünkü yorucu insanlar. Evet, Epstein cudyo ama ne yapabilirim yani, anladın mı? Bu insanla cudyoluğun ortak noktası adamın cudyo olmuş olması. Onun dışında bir ortak noktası olduğunu düşünmüyorum. Ve adamın çok nüfuzlu biri olması.

En çok “Yahudiler dünyayı yönetiyorlar” muhabbeti geliyor. Sen ne düşünüyorsun denince, dalga geçiyorum. “Bana niye haber vermediler? Bizim aile niye yok?” diyorum. Böyle muhabbetlerle dalga geçmek lazım çünkü bunun bir sonu yok. Ben adamı neye ikna edeyim? Adam gerçekten inanıyor. “Hangi aileler?” diyorsun, şey diyorlar… Rotschild ve başka bir aile daha diyor.

R: Rotschild. Ve Rockefeller diyorlar.

H: Rockefeller cudyo bile değil! Aşırı saçma. Alakası bile yok.

R: Eklemek istediğin bir şey var mı?

İnşallah en kısa zamanda bu olaylar son bulur. Benim düşüncem her zaman barıştan yana olmak. En son geçenlerde bununla ilgili bir seminere katıldım. Seminerde konuşan, “ben İsrail-Filistin olayları konusunda iki devletli çözüm olması gerektiğini savunuyorum” dedi. Bu mesela, hani çıkıp tamamen Yahudilerin olduğu bir yerde çok kolay savunulacak bir düşünce değil. Helal olsun. Ben böyle bir konuşmada rahat rahat böyle diyemezdim herhalde.

R: Düşüncelere boğdum seni…

H: Evet çok düşündüm. Düşüncelerimden de biraz yoruldum, bu arada.

R: Haklısın. Zamanın ve paylaşımların için çok teşekkürler.


[1] Medina: Türk Yahudilerinin zaman zaman İsrail demek yerine kullandığı, “ülke” anlamına gelen, İbranice bir kelime.

[2] Cudyo: Judeo Espanyol’da Yahudi anlamına gelen kelime

[3] Kila: İzmirli Yahudilerin sinagoga verdikleri isim

[4] Editörün Notu: Hay’ın bahsettiği sebep sosyal medyadaki bir iddiaydı. Aslen, o bölgede sinagoga gitmeyi engelleyecek bir Korona kısıtlaması olmamış ancak Habad içerisindeki grupların mülkiyeti üzerine bir iç çatışma sebebiyle tünellerin kazıldığı ortaya çıkmıştı.